Denizlerin sağlığına dair yapılan kritik bir ölçüm, dünya deniz sistemlerinin bilim insanlarının düşündüğünden daha büyük tehlikede olduğunu ve bazı bölgelerin tehlikeli eşikleri şimdiden geçtiğini ortaya koydu.
Yeni bir çalışmada, dünya denizlerinin atmosferdeki fazla karbondioksiti emerek daha asidik hale gelmesi süreci olan deniz asitlenmesinin, “gezegen sınırları” olarak tanımlanan kritik eşiklerden birini beş yıl önce geçtiği belirlendi.
Araştırmacılardan biri, birçok insanın durumun o kadar da kötü olmadığını düşündüğünü, ancak çalışmalarının gösterdiği şeyin, öngörülen ve hatta daha fazlası değişikliklerin zaten yaşanmakta olduğu olduğunu belirtti. Bu değişikliklerin dünyanın her köşesinde, en bakir bölgelerden en küçük koylara kadar her yerde gözlemlendiğini vurguladı ve küresel düzeyde tüm denizin değiştiğini ifade etti.
Çeşitli uluslararası bilim insanları tarafından yapılan bu çalışma, 2020 yılı itibarıyla dünya denizlerinin asitlik açısından “tehlike bölgesi”ne çok yaklaştığını ve hatta bazı bölgelerde bu sınırı aştığını doğruluyor.
Bilim insanları, deniz asitlenmesinin, deniz organizmalarının kabuk veya iskelet geliştirmesini sağlayan kalsiyum karbonat miktarının sanayi öncesi seviyelere kıyasla yüzde 20'den az olması durumunda tehlike bölgesine girdiğini veya gezegen sınırını aştığını belirlemişti. Yeni rapor, bu oranın yaklaşık yüzde 17'ye düştüğünü gösteriyor.
Uzmanlar, deniz asitlenmesinin sadece çevresel bir kriz olmadığını, aynı zamanda deniz ekosistemleri ve kıyı ekonomileri için de bir “saatli bomba” olduğunu ifade ediyor. Denizler asitlendikçe, sayısız deniz türünün bağımlı olduğu kritik yaşam alanlarının kaybedildiğini ve bunun da önemli toplumsal ve ekonomik sonuçları olduğunu vurguluyorlar.
Bilim insanları, insanlar için güvenli yaşam alanını belirleyen dokuz “gezegen sınırı” tanımlamışlardır. Bu sınırların aşılması, insanlığın varlığını ve gelişmesini riske atmaktadır. Bu sınırlardan biri, ısıyı hapseden gazların sürekli emisyonu nedeniyle insanlığın “güvenli operating alanının” dışına çıktığı belirtilen iklim değişikliğidir. Fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan deniz asitlenmesi de bu sınırlardan biridir.
Daha önceki araştırmalar, bu sınırlardan altısının zaten aşıldığını belirlemişti. Yeni çalışma, bu endişe verici listeye yedinci bir sınır ekliyor.
Buz çekirdeklerinden alınan ölçümler ve veri modellerine dayanan çalışma, denizin asitliğinin daha derin sularda daha kötü olduğunu buldu. Denizin yüzeyinin yaklaşık 200 metre altında, suların yüzde 60'ı yüzde 20'lik eşiği zaten aşmışken, bu oran yüzeyde yaklaşık yüzde 40 civarında.
Araştırmacılar, deniz yaşamının çoğunun sadece yüzeyde yaşamadığını, daha derin suların çok daha farklı bitki ve hayvan türlerine ev sahipliği yaptığını belirtiyor. Bu derin suların bu kadar değişmesi nedeniyle, deniz asitlenmesinin etkilerinin düşündüğümüzden çok daha kötü olabileceği uyarısında bulunuyorlar.
Denizin artan asitliği, tropikal ve subtropikal resiflerin yaşam alanlarının yüzde 40'ından fazlasını kaybetmesine yol açtı bile. Kutup bölgelerinde, deniz besin ağlarının kritik bir bileşeni olan deniz kelebekleri habitatlarının yüzde 60'ından fazlasını kaybetti. Kıyı istiridye türleri, işlev görebildikleri yaşam alanlarının yüzde 13'ünü yitirdi.
Çalışmanın yazarlarından biri, deniz asitlenmesi için daha önceki belgelerin, sınırın yakınında olduğumuzu ancak aşılmadığını öne sürdüğünü hatırlattı. Ancak bu yeni raporun, yüzey altı sularını ve özellikle deniz asitlenmesine karşı muazzam bir hassasiyetin olduğu ortamları – yüksek enlemli kutup bölgeleri ve bazı kıyı sularındaki akıntı bölgeleri gibi verimli alanları – dikkate aldığınızda, bu bölgelerde muazzam bir etki görüldüğünü gösterdiğini ekledi.
Çalışma, önde gelen okyanus politikası yapıcıları ve deniz araştırmacılarının Fransa'da plastik kirliliğinden derin deniz madenciliğine kadar dünyanın denizlerinin karşı karşıya olduğu kötüleşen krizi ele almak üzere Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı'nda bir araya geldiği bir zamanda yayımlandı.
Araştırmacılardan biri, ne yazık ki, bu tür çalışmaların politikalar üzerinde hemen bir etki yaratmadığı zamanlarda yaşadığımızı söyledi. Ancak bu değişiklikleri belgelemenin son derece önemli olduğunu ve umutla bunun politika ve siyaset üzerinde bir etkisi olacağını düşündüğünü belirtti.