Gözlerimiz ve kulaklarımızla dünyayı algılamaya odaklanmışken, genellikle diğer duyularımızı göz ardı ederiz. Oysa bu duyularımız sürekli aktif çalışır. Sabahları diş macununun verdiği o ferah hissi, duştan akan suyun sesi ve hissi, şampuanın kokusu ve sonrasında demlenen kahvenin aroması... Hepsi birer duyum deneyimi.
Antik Yunan filozofu Aristoteles, insanlarda beş duyu olduğunu öne sürmüştü. Ancak o dönemde dünyanın beş elementten oluştuğuna inanılıyordu ve bu bilgi artık geçerliliğini yitirmiş durumda. Modern bilimsel araştırmalar ise, insanların aslında onlarca farklı duyusu olabileceğini gösteriyor.
Deneyimlerimizin neredeyse tamamı aslında birden fazla duyuyu kapsar. Görmek, duymak, koklamak ve dokunmak birbirinden bağımsız olaylar değildir. Bunlar, çevremizdeki dünya ve kendi bedenimiz hakkındaki birleşik deneyimimizde eş zamanlı olarak gerçekleşir.
Hissettiklerimiz, gördüklerimizi etkiler; gördüklerimiz ise duyduklarımızı. Örneğin, şampuanın içerdiği farklı kokular, saçınızın dokusunu algılama şeklinizi değiştirebilir. Lavantanın hoş kokusu, saçlarınızı daha ipeksi hissettirebilir.
Yağ oranı düşük yoğurtlardaki kokular, içlerine daha fazla emülgatör eklenmeden yoğurtların damakta daha zengin ve yoğun hissedilmesini sağlayabilir. Tükettiğimiz sıvıların viskozitesi, ağızda oluşan ve burun boşluğuna yükselen kokuların algılanmasını değiştirir.
Yapılan araştırmalar, bilim insanlarının 22 ila 33 arasında farklı duyu olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyor. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Propriosepsiyon: Bu duyu, vücudumuzun uzuvlarının nerede olduğunu, onlara bakmasak bile bilmemizi sağlar.
- Denge Duyusu: Bu, kulağımızdaki yarım daire kanalları, görme ve propriosepsiyon sistemlerimizi kullanır.
- İnterosepsiyon: Kalp atışımızdaki hafif bir artış veya açlık gibi vücudumuzdaki değişiklikleri hissetmemizi sağlar.
- Ajans Duyusu: Uzuvlarımızı hareket ettirirken hissettiğimiz, sanki kendi hareketimizi yönetiyormuşuz gibi hissettiren duyudur. İnme geçiren hastalarda bu duyu kaybolabilir ve bazen kolunu başkasının hareket ettirdiğini düşünebilirler.
- Sahiplik Duyusu: İnme hastalarında bazen bir uzvun kendilerine ait olmadığı hissine neden olabilir, o uzuvda hissetmeye devam etseler bile.
Geleneksel olarak bildiğimiz bazı duyular aslında birden fazla duyunun birleşimidir. Örneğin, dokunma duyusu acı, sıcaklık, kaşıntı ve temel dokunsal hisleri içerir. Bir şeyi tattığımızda ise aslında üç duyu deneyimi yaşarız: dokunma, koku ve tat (gustasyon). Bu üçü birleşerek yiyecek ve içeceklerde algıladığımız lezzetleri oluşturur.
Gustasyon, dildeki reseptörler tarafından üretilen tuzlu, tatlı, ekşi, acı ve umami (lezzetli) tatlarını algılamamızı sağlar. Peki ya nane, mango veya çilek aroması? Dilimizde çilek reseptörleri yoktur ve çilek lezzeti, tatlı, ekşi ve acı tatlarının basit bir kombinasyonu da değildir. Meyve lezzetleri için bir tür tat aritmetiği söz konusu değildir.
Meyve lezzetlerini aslında dil ve burun organlarının birleşik çalışmasıyla algılarız. Yediğimiz yiyeceklerden salgılanan aroma molekülleri, çiğneme veya yudumlama sırasında ağızdan buruna doğru yükselerek algılanır. Bu noktada, çevreden gelen kokular değil, ağızdaki aromasının burundan algılanması önemlidir. Lezzet algımızın büyük çoğunluğu aslında koku duyumuzdan gelir.
Dokunma duyusu da bu lezzet ve koku birleşiminde rol oynar. Örneğin, yumurtanın akışkan mı yoksa sert mi olması gerektiği konusundaki tercihlerimizi ve çikolatanın o kadifemsi, lüks lezzetini sabitlememize yardımcı olur.
Görsel algımız bile denge duyumuzdan etkilenir. Bir uçakta yerdeyken kabine baktığınızda gördüğünüz ile kalkış sırasında gördüğünüz farklı olabilir. Optik olarak her şey aynı mesafede olmasına rağmen, uçağın geriye doğru eğilmesiyle birlikte kabinin ön kısmının daha yüksekmiş gibi görünmesi, görme ve kulak kanallarımızın bize söylediği eğilme hissinin birleşimidir.
Duyularımız, zengin bir araştırma alanı sunmaktadır. Felsefeciler, nörobilimciler ve psikologlar bu alanda birlikte çalışmaktadır.
Yapılan araştırmalarda, kendi ayak seslerimizin sesini değiştirmenin bedenimizi daha hafif veya daha ağır hissettirebileceği keşfedilmiştir. Sanat müzelerindeki sesli rehberlerin, dinleyiciye portredeki modelin kendisiyle konuşuyormuş gibi hitap etmesinin, ziyaretçilerin tablonun görsel detaylarını daha iyi hatırlamasını sağladığı öğrenilmiştir. Ayrıca, uçak gürültüsünün tat algımızı nasıl etkilediği ve bu nedenle uçakta neden domates suyu içilmesi gerektiği de ortaya konmuştur.
Beyaz gürültü varlığında tuzlu, tatlı ve ekşi tat algımız azalırken, umami tadı etkilenmez. Domates ve domates suyu umami açısından zengin olduğu için, uçak gürültüsü bu lezzeti daha yoğun hale getirebilir.
Etrafımızdaki pek çok şey, duyularımızın ne kadar karmaşık olduğunu gösterir. Bir an durup düşündüğümüzde, yürürken, yemek yerken veya bir şeylere dokunurken duyularımızın bizim için ne kadar çok çalıştığını takdir edebiliriz.