Ara

Paskalya Adası’nın Dev Heykellerinin Sırları Çözüldü: Bilim Yeniden Yazdı!

Pasifik Okyanusu'nun uzak köşesinde yer alan ve halk arasında sıkça gizemli bir yer olarak anılan Rapa Nui, yani Paskalya Adası, bünyesinde barındırdığı yaklaşık 1.000 devasa heykelle, yani moai ile dikkat çekiyor. Bu anıtların büyüklüğü ve sayısı, kolay bir açıklama sunmaktan uzak.

18. yüzyılda Avrupalıların bu taş devleriyle ilk karşılaştığı zamandan bu yana, ada adeta arkeologların çözemeyeceği bir muamma olarak lanse edildi. Bu gizemli kimlik, adanın ününün önemli bir parçasını oluşturuyor.

Tur şirketleri bu açıklanamazlığı pazarlıyor, belgeseller çözülmemiş bilmeceler vaat ediyor. Popüler kitaplar ise "ilkel insanların" 70 tonluk megalitleri nasıl taşıyabildiğini sorguluyor.

Arkeologlar, M.S. 1200 ile 1700 yılları arasında yapıldığı düşünülen heykeller için çeşitli açıklamalar ortaya koysa da, bu konuda henüz bir fikir birliğine varılmış değil. Onlarca yıldır uzmanlar, güçlü şeflerin işçileri yönettiği, seçkinlerin heykeltraş ocaklarını kontrol ettiği, yüzlerce ada sakininin çektiği tahta kızaklar, makara sistemleri, tahta raylar ve törensel yol işaretleri gibi olası senaryolar sundu. Ancak bu açıklamalar genellikle arkeolojik kanıtlarla yeterince ilişkilendirilemedi.

20 yılı aşkın süredir Rapa Nui'yi inceleyen bir arkeolog ekibi, yeni yayınlanan araştırmalarında bu gizemi üç temel yolla çözdüklerini belirtiyor.

1. Rano Raraku Heykel Atölyelerinin 3D Modeli ile Detaylı Analiz

İlk olarak, dronlarla çekilen 11.686 fotoğraf kullanılarak, Rapa Nui moai'lerinin yüzde 95'inin oyulduğu volkanik krater olan Rano Raraku'nun kapsamlı ve üç boyutlu bir modeli oluşturuldu. Bu model, her eğimi, her oyulmuş yüzeyi ve her üretim özelliğini santimetrelik hassasiyetle yakalayan sistematik bir belgeleme içeriyor.

Bu model, "üretim merkezileşmiş olsaydı atölyelerin kümelenmesi gerektiğini; hiyerarşik olsaydı kaynak kullanımında farklılıklar bulacağımızı; elitler tarafından dikte edilmiş olsaydı tekniklerin standartlaşacağını" öngören test edilebilir tahminler üretti.

Ancak veriler bunun tam tersini ortaya koydu: Drone görüntüleri, aynı anda çalışan 30 bağımsız atölyeyi gösteriyor. Tepeden aşağıya bir organizasyon yerine, küçük, klan düzeyindeki grupların yenilikçi insan mühendisliği kullandığı anlaşılıyor.

Önceki Rano Raraku çalışmaları, malzemenin sırlarından değil, yayınlanmış belge eksikliği ve geleneksel haritalama yöntemlerinin sınırlılıklarından dolayı başarısız olmuştu. İki boyutlu haritalar, üç boyutlu ilişkileri yakalayamıyordu. Heykellerin farklı açılarda kaya yüzeylerinden çıktığı, üretim alanlarının dikey olarak çakıştığı ve oyma dizilerinin zaman içinde kesiştiği görüldü. Geleneksel arkeolojik yöntemler izlenimler sunsa da detayları kaçırıyor ve sistemi bir bütün olarak yakalayamıyordu.

Oluşturulan 3D model bu durumu değiştirdi. Araştırmacılar, üretim aşamasında 426 moai, 341 çıkarma hendeği, tamamlanmış heykellerin çıkarıldığı 133 boşluk ve dış yamaçlarda daha önce haritalanmamış ocak alanları tespit etti. Her atölyenin kendi kendine yetebilen ve merkezsizliği kanıtlayan bir yapıya sahip olduğu anlaşıldı.

Ayrıca, üç farklı oyma tekniğinin varlığı, farklı grupların standartlaştırılmış formlar üretirken farklı yaklaşımlar benimsediğini gösteriyor.

2. Moai'lerin "Yürüyen" Taşıma Metodu Açığa Çıktı

İkinci olarak, moai taşımanın eski sorunu çözüldü: Rapanuili insanlar bu devasa heykelleri nasıl taşıdı? Yıllarca süren denemelere rağmen, önceki taşıma teorilerinin hepsinde test edilebilir tahminler yapmamaları gibi bir kusur vardı. Bu da bilim insanlarının teorileri doğrulamasını veya çürütmesini imkansız hale getiriyordu.

Sözlü geleneklere ve bir araştırmacının fikirlerine dayanan ve başka bir mühendis tarafından test edilen "yürüyen heykeller" hipotezi, spesifik ve test edilebilir tahminler ortaya koydu. Taşınma sırasında terk edilmiş "yol moai"lerinin, nihai hedeflerine ulaşanlardan morfolojik olarak farklı olduğu bulundu.

Antik yollar boyunca ölçülen 62 moai incelendiğinde, yol moai'lerinin daha geniş tabanlı, D şeklinde kesitli ve 5-15 derecelik öne eğimli olduğu görüldü. Bu özellikler, heykeller yatay pozisyonda taşınsaydı gereksiz olurdu ve heykelleri dikey olarak, yani "yürüyerek" taşımayı mümkün kılıyor.

2013 yılında, yol moai'lerinden ölçeklenerek 4,35 tonluk bir beton replikası inşa edildi. Bu replika, yol boyunca bulunan ve taşınma sırasında terk edilmiş bir heykelin ölçülebilir özelliklerinin hassas bir kopyasıydı. 18 kişi ve üç ip yardımıyla heykel, 40 dakikada 100 metre yol kat etti.

Yakın zamanda yayınlanan bir çalışmada ise, fiziksel hesaplamaların yol moai şekli hakkında yürüyüş replikasının gösterdiklerini doğruladığı belgelendi. Öne eğim, yanal salınımı ileri harekete dönüştüren ters sarkaç etkisi yaratıyor.

Nihai hedeflerine ulaşan moai'lerin, dik durabilmeleri için değiştirilmiş olması gerektiği, oysa yollardaki moai'lerin "yürütülmelerini" sağlayan özelliklerini koruduğu anlaşılıyor. Moai'lerin manzara üzerindeki dağılım verileri de başka bir testi sağladı: Karadan kaleden ayrılan yol moai'lerinin konumu, bir üstel azalış eğrisi izliyor. Bu da, moai'nin taşınma sırasında düşme olasılığının kaleye yakın yüksek olduğu ve mesafe arttıkça azaldığı anlamına geliyor; çünkü düşenler daha ileri gidemiyor.

Kırık yol moai'lerindeki kırılma desenleri, dikey darbe gerilimleriyle uyumlu, yani kırık moai'lerin ayakta duran bir pozisyondan düşerek hasar gördüğü anlamına geliyor. Test edilebilir tahminler bu şekilde doğrulandı.

3. Ormansızlaşma ve Toplumsal Yıkım Olmadan Hayatta Kalma

Üçüncü "gizem", ileri bir toplumun kendi çevresini nasıl yok edebildiği sorusu. Ada, 17. yüzyılın sonlarına doğru ormansızlaşmıştı.

Bu gizem de sistematik analize boyun eğdi. Önceki arkeolojik kazılardan elde edilen veriler incelendiğinde, insanların artan fare tüketimi ve bunun beslenme stresi gösterdiği bulguları yerine, insanlar tarafından yenilen fare kalıntılarının zamanla azaldığı ve deniz ürünlerinin ise süreklilik gösterdiği ortaya çıktı.

Ekolojik modelleme, gerçekte ne olduğunu ortaya koyuyor: Yaklaşık 1200'de ilk Polinezya kolonistleriyle birlikte adaya getirilen Polinezya fareleri, sadece birkaç yıl içinde milyonlarca bireylik bir popülasyona ulaşabiliyordu.

Adanın ağaç tohumlarının %95'ini yiyen fareler, ormanların yenilenmesini engelledi. İnsanlar tarım için arazi temizlerken, fareler palmiye ormanlarının iyileşmesini imkansız hale getirdi. Bu sinerjistik etkileşim, ormansızlaşmayı beş yüzyıl içinde hızlandırmış görünüyor.

Bu, "ekolojik kıyım" yani kasıtlı bir kendi kendini yok etme değil, daha çok tanıtılan bir türün neden olduğu istenmeyen bir ekolojik dönüşümdü.

Araştırma ayrıca Rapanuili halkın kayalık malç tarımı gibi yöntemlerle adapte olduğunu ve bunun toprak verimliliğini artırdığını gösterdi. Ormansızlaşma başladıktan 500 yıl sonra bile deniz ürünleri tüketmeye ve anıtlar üretmeye devam ettiler.

Rapa Nui'nin gizemlerini çözmek için sistematik belgeleme kullanıldı. Test edilebilir tahminler belirlendi, yanlış olduklarını kanıtlayabilecek veriler toplandı ve kanıtların gösterdikleri kabul edildi. Rapa Nui, yerleşik gizemlerin bile metodik araştırmalarla aydınlatılabileceğini gösteriyor.

Önceki Haber
Dövme Yaptıranlarda Cilt Kanseri Riski Artıyor mu? Yeni Araştırma Sonuçları Dikkat Çekti
Sıradaki Haber
SSSTC'den 16 TB'a Kadar Kapasiteli Yeni Nesil ER4 SATA SSD'ler: Yapay Zeka ve Veri Merkezlerine Güç Katacak

Benzer Haberler: