Ara

Obeziteye Karşı Devrimci Yaklaşım: ‘Az Ye, Çok Hareket Et’ Yalanı Bitti, Sistem Değişmeli!

Yıllardır obeziteyle mücadele eden insanlara aynı temel tavsiye verildi: Daha az ye, daha çok hareket et. Bu mantra kulağa basit gelse de, birçok kişi için sadece etkisiz olmakla kalmıyor, aynı zamanda derinlemesine yanıltıcı ve zarar verici olabiliyor.

Obezite sadece irade meselesi değildir. Bu, karmaşık, kronik ve tekrarlayan bir hastalıktır. Ülkemizde ve dünya genelinde yetişkinlerin önemli bir kısmını, çocukların da büyük bir yüzdesini etkileyen ciddi bir halk sağlığı sorunudur.

Yeni bir rapor, hızla artan kilolu veya obez insan sayısının ekonomilere her yıl milyarlarca liralık bir maliyet getirdiğini tahmin ediyor. Bu maliyetler, yaşam kalitesindeki düşüş, erken ölümler, sağlık hizmeti harcamaları, işsizlik ve resmi olmayan bakım gibi birçok kalemi içeriyor. Uzmanlar, bu maliyetlerin önümüzdeki yıllarda daha da artacağını öngörüyor.

Gıda kampanyacıları ve sağlık uzmanları, şeker vergisinin daha fazla ürüne genişletilmesi, abur cubur reklamlarının kısıtlanması ve aşırı işlenmiş gıdaların yeniden formüle edilmesi gibi acil hükümet eylemleri çağrısında bulunuyor. Bir uzmanın da uyardığı gibi: "Nüfusumuzu zehirleyen ve devletleri iflas ettiren bir gıda sistemi yarattık."

Önemli politika değişiklikleri olmadan, bu maliyetlerin daha da yükselmesi bekleniyor. Buna rağmen, obeziteye yönelik yaklaşımların çoğu, sorunu kişisel bir yaşam tarzı meselesi olarak çerçevelemeye ve bireysel sorumluluğu vurgulamaya devam ediyor. Ancak bu bakış açısı, büyük resmi görmezden geliyor.

Obezite Çok Yönlü Bir Hastalık

Artık obezitenin çok faktörlü olduğunu anlıyoruz. Genetik, çocukluk deneyimleri, kültürel normlar, ekonomik dezavantaj, psikolojik sağlık, zihinsel hastalık ve hatta yaptığınız iş bile obezitede rol oynuyor. Bunlar sadece bir akıllı bileklik veya salata yiyerek değiştirebileceğiniz şeyler değil.

Bu daha geniş bakış açısı aslında yeni değil. Yıllar önce yapılan kapsamlı raporlar, artan obezite oranlarının arkasındaki karmaşık faktörleri haritalandırarak modern çevrelerin kilo alımını nasıl aktif olarak teşvik ettiğini ortaya koydu.

Bu "obezitojenik çevre" dediğimiz şey, içinde yaşadığımız dünyayı ifade ediyor. Yüksek kalorili, düşük besin değerli gıdaların ucuz ve her yerde bulunduğu, fiziksel aktivitenin ise günlük yaşamdan çıkarıldığı bir dünya bu. Arabaya bağımlı şehirlerden ekran başında geçen boş zamanlara kadar her şey, hareketsiz bir yaşamı teşvik ediyor.

Bu ortamlar herkesi eşit etkilemiyor. Daha yoksun bölgelerdeki insanlar, obeziteyi tetikleyen koşullara, örneğin uygun fiyatlı, besleyici gıdalara sınırlı erişimin olduğu "gıda çölleri"ne, yetersiz toplu taşımaya ve sınırlı yeşil alanlara önemli ölçüde daha fazla maruz kalıyor. Bu bağlamda, kilo alımı anormal bir çevreye karşı normal bir biyolojik yanıt haline geliyor.

"Az Ye, Çok Hareket Et" Neden Yetersiz Kalıyor?

Bu sistemik sorunlara yönelik farkındalık artsa da, obezite stratejilerinin çoğu hala bireysel davranış değişikliğine odaklanıyor; genellikle insanları kalori kesmeye ve daha fazla egzersiz yapmaya teşvik eden kilo yönetimi programları aracılığıyla.

Davranış değişikliğinin bir yeri olsa da, sadece buna odaklanmak tehlikeli bir anlatı yaratıyor: Kiloyla mücadele eden insanlar sadece tembel veya iradesizdir. Bu anlatı, inanılmaz derecede zararlı olabilen kilo damgalamasını körüklüyor. Oysa veriler, özellikle çocuklar arasında, obezite oranları ile yoksunluk arasında net bir bağlantı olduğunu gösteriyor.

Birçok insanın obezite riskini şekillendiren yapısal ve sosyoekonomik faktörlerin rolünü hala anlamadığı açık. Ve bu yanlış anlama, özellikle zaten savunmasız olan çocuklar ve aileler için yargılama, utanç ve damgalamaya yol açıyor.

İyi Bir Obezite Bakımı Nasıl Olmalı?

Eski tavsiyeler ve suçlamalar yerine, obezite bakımı için bütünsel, damgasız ve bilimsel verilere dayalı bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Yapılması gereken birkaç şey var:

İlk olarak, obeziteyi kronik bir hastalık olarak tanımalıyız. Obezite bir irade başarısızlığı değildir. Diyabet veya depresyon gibi tekrarlayan, uzun süreli bir tıbbi durumdur. Kısa vadeli çözümler veya şok diyetler yerine yapılandırılmış, sürekli destek gerektirir.

İkinci olarak, kilo damgalamasıyla doğrudan mücadele etmeliyiz. Kiloya dayalı ayrımcılık okullarda, işyerlerinde ve hatta sağlık hizmeti ortamlarında yaygındır. Uzmanlar için önyargıyı azaltmak, kapsayıcı bakımı teşvik etmek ve kişi merkezli, damgalayıcı olmayan bir dil benimsemek için eğitimlere ihtiyacımız var. Ayrımcı uygulamalar sorgulanmalı ve ortadan kaldırılmalıdır.

Üçüncü olarak, kişiselleştirilmiş, çok boyutlu destek sağlamalıyız. Tedavi planları her kişinin kültürel geçmişi, psikolojik geçmişi ve sosyal bağlamı dahil olmak üzere yaşamına göre uyarlanmalıdır. Bu, ortak karar almayı, düzenli takibi ve entegre ruh sağlığı desteğini içerir.

Ve dördüncü olarak, sadece insanları değil, çevreyi değiştirmeye odaklanmalıyız. Odağı, sağlıklı seçimleri çok zorlaştıran sistemlere ve yapılara kaydırmalıyız. Bu, uygun fiyatlı, besleyici gıdalara yatırım yapmak; fiziksel aktiviteye erişimi iyileştirmek; ve eşitsizlikle kökten mücadele etmek anlamına geliyor.

Sistemik Bir Değişim Zamanı

Obezite sadece insanların ne yediği veya ne sıklıkta egzersiz yaptığıyla ilgili değildir. Biyoloji, deneyim ve insanlar etrafında inşa ettiğimiz çevre tarafından şekillenir. Bunu kişisel bir başarısızlık olarak çerçevelemek, on yıllardır süregelen kanıtları göz ardı etmekle kalmaz, aynı zamanda desteğe ihtiyaç duyan insanlara da aktif olarak zarar verir.

Damgalamayı azaltmak, sağlık sonuçlarını iyileştirmek ve milyarlarca liralık bir krizi önlemek istiyorsak, "az ye, çok hareket et" dönemi sona ermelidir. Bunun yerine, tüm kişiyi ve yaşadığı dünyayı gören cesur, şefkatli, kanıta dayalı bir sistem yaklaşımına ihtiyacımız var.

Önceki Haber
NVIDIA RTX 40 Serisi Coştu: Smooth Motion ile FPS'ler İkiye Katlanıyor!
Sıradaki Haber
AMD'den Dev Hamle: Zen 6 İşlemciler TSMC'nin 2nm Fabrikasyon Sürecine Kilitleniyor!

Benzer Haberler: