Bilim insanları, fiziksel çaba gösterme yeteneğini kısıtlayan ve kişileri oldukça zorlayan, genellikle ömür boyu süren bir rahatsızlık olan Miyaljik Ensefalomiyelit/Kronik Yorgunluk Sendromu (ME/CFS) üzerine şimdiye kadarki en kapsamlı genetik analizini gerçekleştirdi.
Avrupa kökenli 15.000'den fazla ME/CFS hastasının katıldığı bu çalışma, genoma ait sekiz farklı bölgenin bu sendromla ilişkilendirildiğini ortaya koydu. Bu bölgeler daha önce ME/CFS ile doğrudan bir bağ kurmamıştı. Araştırmacılara göre, bu bölgelerde bulunan gen varyantları sağlıklı bireylerde de görülebiliyor. Ancak ME/CFS hastalarında bu varyantların, çevresel faktörlerle birlikte hastalığın riskini artırdığı düşünülüyor.
Edinburgh Üniversitesi'nden biyomühendis Chris Ponting, yaptığı açıklamada, bu bulguların ME riskine genetik katkılar için ilk sağlam kanıtı sunduğunu belirtti.
Yeni çalışma, Edinburgh Üniversitesi tarafından henüz hakem değerlendirmesinden geçmemiş bir ön baskı (preprint) olarak yayımlandı.
ME/CFS'nin dünya genelinde yaklaşık 67 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilse de, hastalığın kesin yaygınlığı belirsizliğini koruyor. Ayrıca, hastalığın nasıl ortaya çıktığı ve tedavi yöntemlerine yönelik araştırmalar oldukça yavaş ilerliyor. Bunun bir nedeni de alandaki önemli belirtiler konusunda yaşanan fikir ayrılıkları.
Uzun yıllar boyunca bazı psikiyatristler, ME/CFS'yi psikolojik bir durum olarak görmekteydi. Bu gözden düşmüş teoriler, beyin sisi, dinlenmeyle geçmeyen yorgunluk ve kronik ağrı gibi belirtileri olan bu sendromun hastaların ruhsal durumları ve egzersiz eksikliğinden kaynaklandığını öne sürüyordu. Bu fikirlerin ortaya çıkmasındaki bir etken ise, ME/CFS üzerine yapılan sınırlı klinik araştırmaların, sendromla ilişkili biyolojik değişiklikleri veya gözlemlenen belirtilerin net bir tetikleyicisini belirleyememiş olmasıydı.
Şimdi ise yapılan bu yeni çalışma, hastalığın sinir ve bağışıklık sistemlerindeki işlev bozukluklarıyla ilişkilendirilmesine yönelik artan kanıtlara yenilerini ekliyor.
ME/CFS ile mücadele edenlerin deneyimlerine güvenilirlik ve geçerlilik kazandıracağını belirten çalışma ortak yazarlarından Sonya Chowdhury, bu bulguların önemini vurguladı.
DecodeME çalışması, genom genelinde ilişkilendirme çalışmaları (GWAS) yürüttü. Bu çalışmalar, genomdaki yaygın varyasyonlar ile belirli bir hastalığın varlığı gibi diğer özellikler arasındaki bağlantıları araştırır. Çalışmada, yaklaşık 15.600 ME/CFS hastası üzerinde iki ayrı GWAS gerçekleştirildi.
Hastaların genomları, genetik bilgileri daha önce Birleşik Krallık Biyo Bankası'nda (500.000 İngiliz yetişkinin verilerini içeren bir kaynak) kaydedilmiş olan ME/CFS hastası olmayan kişilerle karşılaştırıldı. İki GWAS birlikte, bir kişinin ME/CFS olup olmamasıyla güçlü bir şekilde ilişkili sekiz farklı genomik bölge (lokus) belirledi. Bu kilit bölgelerde, kişinin hastalığa yakalanma riskini etkileme olasılığı en yüksek olan genler işaretlendi.
Bu genler arasında bağışıklık fonksiyonlarıyla ilişkili olanlar da bulunuyordu. Bunlardan biri, önceki bir çalışmada mikroplarla mücadelede önemli rol oynayan T hücrelerinin fonksiyonunu etkileyebileceği gösterilen BTN2A2 geniydi. Bir diğer lokusta ise ağrıyla daha önce ilişkilendirilmiş olan CA10 geni yer alıyordu. Yazarlar, bu bağlantının ME/CFS hastalarındaki ışık, ses ve dokunmaya karşı aşırı hassasiyeti açıklamaya yardımcı olabileceğini belirtiyor.
Tespit edilen genetik bağlantılar, hastalığın neden olduğu değişikliklerden ziyade, insanların ME/CFS geliştirme konusundaki hassasiyetini etkileyen biyolojik sistemlere işaret ediyor.
Yazarlar, verilerini doğrulamak amacıyla, Birleşik Krallık Biyo Bankası'nda ve Hollanda'nın Lifelines veri tabanında kaydedilen 13.800 ME/CFS vakasını kullanarak aynı ilişkilerin kurulup kurulamayacağına baktılar. Ancak istatistiksel düzeltmelerden sonra bu ilişkilerin hiçbiri tekrarlanamadı.
Çalışmada yer almayan Cambridge Üniversitesi'nden araştırmacı Amy Mason, bunun DecodeME bulgularındaki kusurlardan ziyade, diğer veri setlerindeki tanı verilerinin zayıf veya tutarsız olmasından kaynaklanabileceğini ifade etti.
COVID-19 enfeksiyonu sonrası ortaya çıkan ve vücudun birçok sistemini etkileyen uzun süreli bir durum olan Uzun COVID'in, ME/CFS ile benzer belirtiler gösterdiği biliniyor. Ancak, yapılan açıklamalara göre, DecodeME çalışması, daha önce yayımlanan uzun COVID üzerine yapılan benzer büyüklükteki bir GWAS analizinde bulunan genetik sinyallerden hiçbirini tespit etmedi. Bunun nedeni henüz bilinmiyor.
ME/CFS, cinsiyet açısından belirgin bir eğilime sahip bir hastalıktır; hastaların yaklaşık %80'i kadındır. DecodeME çalışması güçlü bir cinsiyet bağlantısı belirlemedi. Ancak, cinsiyetle ilişkili özelliklerin bulunabileceği X veya Y kromozomlarını ekibin incelemediği belirtildi. Ayrıca analiz, tamamen Avrupa kökenli bireylere odaklandığı için, diğer kökenlerden gelen hastalar için sınırlı bir değer taşıyabilir.
Yazarlar, DecodeME'nin, genetik sinyalleri daha ayrıntılı inceleyecek ve ME/CFS'de rol oynadığı düşünülen biyolojik mekanizmaları belirleyecek daha fazla araştırmaya bir başlangıç noktası olmasını umuyor. Şu an için bulguların hastalığın teşhis veya taramasında ilerleme sağlamadığı belirtiliyor.
Ponting, ME ile ilişkilendirilen her bir sinyalin nedenini belirlemek için bu bölgeleri derinlemesine araştıran çalışmalara acil ihtiyaç duyulduğunu ve bunun da gelecekteki teşhis ve tedavilere doğru ilerlemeyi hızlandıracağını dile getirdi.