Yeni bir çalışma, 2002'den bu yana kıtaların kaybettiği su miktarının, deniz seviyesi yükselişine en büyük katkıyı buz tabakalarını geride bıraktığını ortaya koyuyor. Bu kaybın yaklaşık %70'i kontrolsüz yeraltı suyu çekiminden kaynaklanıyor. Araştırmacılara göre, iklim değişikliğinin neden olduğu artan buharlaşma oranlarıyla birlikte, hızla kuruyan 'kuraklık sıcak noktaları' birleşerek dört adet 'mega kuraklık' bölgesi oluşturuyor.
Çalışmanın ortak yazarlarından biri, yirmi yıldır bu durumu gözlemlediğini ve giderek kötüleştiğini belirtiyor. Kıtaların kurumasını ölçmek için bilim insanları, Dünya'daki küçük kütle değişimlerine tepki veren uydulardan alınan verileri kullanıyor. Bu uydular, bir bölge su kazandığında çekim kuvvetiyle alçalıyor, su kaybettiğinde ise ilk yörüngelerine geri dönüyor. Yer üzerindeki çözünürlük yaklaşık 25 kilometre civarında olduğundan, bölgesel ölçekteki küçük değişimleri tespit etmek mümkün oluyor.
Kuraklık sıcak noktaları genellikle on yıllardır insanlar tarafından yoğun bir şekilde kullanılan ve dolayısıyla yüksek su kaybı oranlarına sahip büyük akiferlerin bulunduğu bölgelerdir. Kuzey Çin Ovası, kuzeybatı Hindistan ve Kaliforniya'nın Merkez Vadisi gibi yerlerde insan faaliyetleri ve buharlaşma nedeniyle devasa miktarda su kaybı yaşanıyor. Kaybedilen bu su, nehirlere karışarak okyanusa ulaşıyor veya atmosferden okyanus üzerine yağmur olarak düşüyor, bu da nihayetinde deniz seviyesinin yükselmesine neden oluyor.
Bilim dergisinde yayımlanan yeni bulgulara göre, kuraklık sıcak noktaları hızla genişliyor ve bu alanların çoğu birleşiyor. Örneğin, Güney Asya'da daha önce dört veya beş kuraklık sıcak noktası varken, şimdi bu alanlar tamamen birleşmiş durumda. Araştırmacılar, bu kıta ölçeğindeki alanları 'mega kuraklık' bölgeleri olarak adlandırıyor. Dünya genelinde, hepsi Kuzey Yarımküre'de olmak üzere üç adet daha benzer bölge tespit edilmiş: Alaska, kuzey Kanada ve kuzey Rusya'yı birleştiren bir bölge; Batı Avrupa'yı kapsayan bir bölge ve güneybatı Kuzey Amerika ile Orta Amerika'yı kesen üçüncü bir bölge. Kurak bölgeler o kadar hızlı büyüyor ki, bir bilim insanı bu durumu 'manzara üzerinde yayılan sinsi bir küf veya virüs' olarak tanımlıyor.
Güney Yarımküre'de mega kuraklık bölgelerinin neden bulunmadığı belirsizliğini koruyor, ancak araştırmacılar bunun 10 yıldan daha uzun süre önce yaşanan rekor kıran bir El Niño olayıyla bağlantılı olabileceğini düşünüyor. 2014 civarında kuruma oranlarında ve aşırılıkların genişlemesinde bir kayma yaşandığı belirtiliyor. 2011 ile 2014 yılları arasında güçlü bir La Niña'dan şimdiye kadarki en güçlü El Niño'ya geçiş sırasında, kuraklık sıcak noktalarının çoğunlukla Güney Yarımküre'den Kuzey Yarımküre'ye kaydığı gözlemlenmiş.
Alaska, Kanada ve Rusya'daki kuraklıkların temel nedenleri donmuş toprakların çözülmesi ve buz erimesi iken, Batı Avrupa'daki kuraklık kuraklıktan kaynaklanıyor. ABD'nin güneybatısı, insanlar yeraltı suyunu pompalamaya başlamadan önce de kuruydu, ancak bu durum artık Meksika ve Orta Amerika'ya kadar yayılmış durumda. Küresel olarak, sadece tropik bölgeler daha nemli hale geliyor ki bu da küresel ısınma tarafından tetikleniyor. Araştırmacılar, eğilimi analiz ederek, dünya nüfusunun %75'ine ev sahipliği yapan 101 ülkenin son 22 yılda tatlı su kaybettiğini bulmuş.
Bilim insanları, 'Yeraltı suyu, dünyanın bu kuruyan bölgelerinde en önemli doğal kaynak haline geliyor' diyor. Bu durumun sonuçları derindir, çünkü kıtasal kuraklık gıda üretimini, biyoçeşitliliği, doğal afetleri, deniz seviyelerini ve yaşam biçimlerini etkiliyor. Gezegeni ısıtmaya devam ettikçe, ekinleri sulamak ve nüfusu ayakta tutmak için daha fazla yeraltı suyuna ihtiyaç duyulacak, bu da insanları büyük maliyetlerle akiferlere daha derine inmeye zorlayacak.
Çalışmanın baş yazarı, mevcut su yönetimi çabalarının 'savaş aciliyetiyle' yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguluyor. Yeraltı suyu tükenmesinin geri döndürülemez olduğu, ancak sel sulamayı sonlandırmak gibi su kullanımında yapılacak değişikliklerin büyük fayda sağlayabileceği belirtiliyor. İklim değişikliğini hafifletmek için atılacak her adımın da yardımcı olacağı ifade ediliyor.
Bilim insanları, 'Eğer değişmezsek ne olacağını zaten görüyoruz' diyor. Örneğin, orman yangınlarının şiddet ve sıklığında artış yaşanıyor ki bu da doğrudan su kaybı ve daha sıcak sıcaklıkların bir sonucu. Birçok bölge de su stresi yaşıyor ve deniz seviyeleri son 25 yılda 9 santimetre yükselmiş.
'Her şeyi yapmayı bırakmak zorunda değiliz,' diyen bir uzman, 'Sadece elimizden geldiğince verimli hareket etmeliyiz' önerisinde bulunuyor.