Duyularımız arasında en sessiz olanı koku duyusu, aynı zamanda en güçlülerinden biridir. Hatta, unutulmuş sandığımız anıları yeniden canlandırabilir.
Koku, kişisel ve öznel bir duyudur. Bu nedenle herkesin güzel bulduğu kokular konusunda hemfikir olması zordur. Ancak dünyanın en kötü kokusu konusunda bir fikir birliği olduğu söylenir.
1889 yılında bir Alman laboratuvarında, tioaseton adlı bir bileşiğin dahil olduğu kimyasal bir reaksiyon sonucunda öylesine kötü bir koku ortaya çıkmıştır ki, yarım kilometre uzaktaki insanları kusturup bayıltmış ve bu durum şehrin kısmen tahliye edilmesine neden olmuştur. Bu kokunun tam olarak hangi reaksiyonla oluştuğu bilinmese de, kimsenin bu sırrı çözmek için acele etmediği görülüyor.
Peki, koku alma duyumuz zayıfladığında ne olur? Ve koku kaybı sadece geçici bir belirti olmaktan öteye geçebilir mi?
Duygularımıza Bir Yolculuk
Koku, evrimsel bir avantajdır: bizi görünmez tehlikelere karşı uyarır ve tetikte olmamızı sağlar. Kokular ayrıca kararlarımızı da etkileyebilir. Büyük markalar, duygularımıza hitap eden ve bizi mağazalarında kalmaya teşvik eden kokular kullanarak bundan iyi şekilde yararlanır.
Kokuların, anıları ve yoğun duyguları uyandırma yeteneği vardır. Bu işlemin sorumlusu olfaktör bulbus adı verilen küçük bir beyin bölgesidir. Burna çok yakın konumda bulunan bu yapı, koku sinyallerini alır ve doğrudan hafıza ve duyguları yöneten beyin bölgelerine gönderir.
Önemine rağmen koku duyusu, en az anlaşılan duyulardan biridir ve genellikle hafife alınır. Zayıfladığında genellikle fark edilmez, ancak kaybedilene kadar ne kadar önemli olduğunu anlamayabiliriz.
Örneğin, ünlü bir İtalyan 'süper tadımcısı' olan Michele Crippa, pandemi sırasında koku duyusunu kaybetmiştir. Duyusu haftalar sonra geri gelse de, geri döndüğünde çarpıtılmıştı. Portakallar yanmış plastik gibi kokuyor, şeftaliler fesleğen gibi kokuyor ve vanilya onu hasta ediyordu. Bu durumun olfaktör bulbustaki nöronların zarar görmesinden kaynaklanmış olması muhtemeldir.
Herhangi bir koku kaybı tatsız olsa da, daha büyük bir anlamı olabilir: beynimizin derinliklerinden gelen bir uyarı işareti.
Soğuk Algınlığı mı, Parkinson mu?
Çoğumuz bir noktada koku duyumuzu kaybetmişizdir, genellikle basit bir soğuk algınlığı veya grip nedeniyle. Ancak bu belirti, Alzheimer veya Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların erken bir belirtisi de olabilir.
Bu durum uzun süredir bilinmektedir, ancak şaşırtıcı olanı, koku kaybının bu hastalıkların belirtileri ortaya çıkmadan yıllar önce meydana gelmesidir.
Peki, koku kaybı Parkinson hastalığını tahmin etmek için kullanılabilir mi? Cevap, pek yardımcı olmasa da, duruma bağlıdır.
Erken Bir Uyarı
Nörodejeneratif hastalıkların en büyük sorunlarından biri, tanı konulduğunda hasarın zaten çok ileri düzeyde olmasıdır. Parkinson hastalığında, ilk belirtiler (sertlik, titreme vb.) ortaya çıktığında, hareketi kontrol eden nörotransmitter olan dopamini üreten nöronların yarısından fazlası çoktan kaybolmuş olur.
Koku kaybı gibi erken belirtileri tespit etmek (hastaların %90'ına kadarını etkileyen bir durum) bir biyomarker görevi görebilir ve hastalığın varlığına işaret edebilir. Bu, hastalığın çok daha erken teşhis edilmesini ve daha etkili tedavilere erişilmesini sağlayabilir.
Sorun şu ki, bu belirti sadece Parkinson'a özgü değildir: yaşlanma, stres veya diğer durumlarla da ortaya çıkabilir. Bu da önemini küçümsememize neden olur.
Nörodejeneratif hastalıkların neden koku kaybına yol açtığını henüz kesin olarak bilmiyoruz, ancak bazı ipuçlarımız var. Bazı Parkinson hastalarında, hastalık hareketleri kontrol eden bölgelere yayılmadan çok önce olfaktör bulbusta başlayabilir. Bunun nedeni, soluduğumuz bazı virüslerin, pestisitlerin veya toksinlerin bu bölgeye zarar vererek değişikliklere neden olabilmesidir.
Alzheimer hastalığında ise hasar, son bir araştırmanın ortaya koyduğu gibi, beyin sapındaki lokus coeruleus adı verilen küçük, mavimsi bir bölgede başlayabilir.
Bu 'alarm düğmesi' bizi uyanık ve odaklanmış tutar ve olfaktör bulb ile olan bağlantısı, kokuları duygularla ilişkilendirir. Bu bağlantı koptuğunda, bunama belirtileri ortaya çıkmadan çok önce koku ile ilgili sorunlar meydana gelir.
Özetle, koku alma yeteneğinin kaybı hastalığın kendisinin bir belirtisi değil, dejeneratif sürecin başladığının bir uyarı işareti olacaktır.
Koku Yoluyla Teşhis
Bir hasta kliniğe geldiğinde, Parkinson hastalığı ile diğer benzer hareket bozukluklarını ayırt etmek her zaman kolay olmayabilir. Koku kaybı, diğer testler ve göstergelerle birlikte teşhisi doğrulamaya yardımcı olabilir. Hastalığın daha şiddetli formlarıyla ilişkili olduğu için hastalığın ilerlemesini tahmin etmeye de yardımcı olabilir.
Ayrıca, Parkinson hastalığında koku kaybı seçicidir. Hastalar çikolata gibi hoş kokuları sorunsuz algılarken, sabun, duman veya lastik gibi nötr veya hoş olmayan kokuları algılamakta zorluk çekerler.
Diğer bazı hastalar, özellikle kadınlar, daha da garip bir durum yaşar: koku halüsinasyonları. Bu, gerçekte olmayan tütün veya yanan odun gibi 'hayalet' kokular algıladıkları anlamına gelir.
İnanılmaz gibi görünse de, Parkinson hastalığının kendine özgü bir kokusu bile vardır; bu koku odunsu ve miski olarak tanımlanmıştır.
Bunu, koku alma duyusu gelişmiş olan İskoçyalı Joy Milne sayesinde biliyoruz. Kendisi, eşinde hastalık teşhis edilmeden 12 yıl önce bu özel kokuyu tanıyabilmiştir.
Koku kaybı burunla sınırlı bir durum gibi görünse de, aslında beynimize açılan bir penceredir. Araştırmacıların beynin sırlarını çözmelerine ve nörodejeneratif hastalıklardan muzdarip olanların bakımını iyileştirmemize ve yaşam kalitelerini artırmamıza yardımcı olacak değerli bilgiler toplamalarına olanak tanır.