Ara

İnsanlık Tibet Platosu’nda Gözümüzün Önünde Evrimleşiyor!

İnsanlık henüz tam olarak "pişmiş" değil. Kendimizi etrafımızdaki dünyaya adapte etmeye ve evrimleşmeye devam ediyoruz. Vücudumuz, geçirdiğimiz adaptasyonların bir kaydı gibidir.

Bazı çevresel koşulların sağlığımızı olumsuz etkileyebileceğini biliyoruz. Dağcılar, atmosfer basıncındaki belirgin düşüşe ve dolayısıyla her nefeste daha az oksijen alımına vücudun tepkisi olan "yükseklik hastalığı"nı sıkça yaşarlar.

Ancak, atmosfer basıncının belirgin şekilde düşük olduğu Tibet Platosu gibi yüksek rakımlarda insan toplulukları hayatta kalmayı başarıyor. Bu durum, bölgede 10.000 yılı aşkın süredir yerleşik hayat sürdüren insanların vücutlarının, çoğu insan için dokulara yeterli oksijen taşınamaması durumuna yol açan hipoksiye karşı değişime uğradığını gösteriyor.

Antropolog Cynthia Beall, yüksek irtifa hipoksisine adaptasyonun büyüleyici olduğunu, çünkü stresin şiddetli, belirli bir yükseklikte herkesi eşit derecede etkileyen ve ölçülebilen bir durum olduğunu belirtiyor. Bu durum, türümüzün neden bu kadar büyük biyolojik çeşitliliğe sahip olduğunun harika bir örneği.

Beall ve ekibi, Ekim 2024'te yayınlanan araştırmalarında, Tibet topluluklarındaki belirli adaptasyonları ve kanın oksijen taşıma yeteneğini geliştiren özellikleri ortaya koydular. Bu keşif için araştırmacılar, evrimsel uygunluğun bir göstergesi olan üreme başarısını incelediler. Canlı bebek doğuran kadınlar, özelliklerini gelecek nesillere aktaranlardır.

Belirli bir çevrede bireyin başarısını maksimize eden özellikler, gebelik ve doğumun stresine dayanabilen kadınlarda daha olasıdır. Bu kadınlar daha fazla bebek doğurma eğilimindedir ve bu yavrular da annelerinden hayatta kalma özelliklerini miras alarak hayatta kalma, üreme ve bu özellikleri ileriye taşıma olasılıkları daha yüksektir. Bu, doğal seçilimin işleyişidir ve bazen şaşırtıcı olabilir. Örneğin, sıtmanın yaygın olduğu yerlerde orak hücre anemisi insidansı yüksektir, çünkü bu durum sıtmaya karşı koruma sağlayan bir geni içerir.

Beall ve ekibi, 3.500 metrenin üzerinde yaşamış 46 ila 86 yaşları arasındaki 417 kadını incelediler. Kadınların 0 ila 14 arasında (ortalama 5.2) canlı doğum sayısı ile fiziksel ve sağlık ölçümleri kaydedildi.

Ölçülen parametreler arasında, kırmızı kan hücrelerinde oksijeni dokulara taşıyan protein olan hemoglobin seviyeleri ve hemoglobinin ne kadar oksijen taşıdığı yer alıyordu. İlginç bir şekilde, en yüksek canlı doğum oranına sahip kadınların hemoglobin seviyeleri ne yüksek ne de düşüktü, test grubunun ortalamasındaydı. Ancak hemoglobinlerinin oksijen doygunluğu yüksekti.

Sonuçlar, adaptasyonların kanı kalınlaştırmadan oksijenin hücrelere ve dokulara taşınmasını maksimize edebileceğini gösteriyor. Kanın kalınlaşması, kalbin daha viskoz bir sıvıyı pompalamak için daha fazla çaba harcaması anlamına gelir ve kalbe ek stres bindirir.

Beall, daha önce düşük hemoglobinin faydalı olduğunu bildiklerini, ancak şimdi orta seviyedeki bir değerin en yüksek faydayı sağladığını anladıklarını belirtiyor. Oksijen doygunluğunun daha yüksek olmasının faydalı olduğunu ve bu doygunluğun artmasıyla faydanın da arttığını ekliyor. Canlı doğum sayısı, bu faydaları nicelleştiriyor.

En yüksek üreme başarısına sahip kadınların akciğerlere kan akış hızının da yüksek olduğu ve kalplerinin ortalamadan daha geniş sol ventriküllere sahip olduğu görüldü. Bu ventriküller, oksijenlenmiş kanın vücuda pompalanmasından sorumludur.

Tüm bu özellikler bir araya geldiğinde, oksijen taşıma ve dağıtım oranını artırarak, insan vücudunun solunan havadaki düşük oksijenden en iyi şekilde yararlanmasını sağlıyor. Kültürel faktörlerin de rol oynayabileceğini belirtmek önemlidir. Genç yaşta üremeye başlayan ve uzun evlilikler yapan kadınlar, daha uzun süre gebelik olasılığına sahip oluyor ve bu da canlı doğum sayısını artırıyor.

Ancak bu faktörler hesaba katıldığında bile, fiziksel özelliklerin önemli bir rol oynadığı görülüyor. Fizyolojisi stresli olmayan, düşük rakımlı ortamlardaki kadınlara en çok benzeyen Nepal'li kadınların en yüksek üreme başarısı oranına sahip olma eğiliminde olduğu bulundu.

Beall, bunun devam eden bir doğal seçilim vakası olduğunu ve bu tür popülasyonların nasıl adapte olduğunu anlamanın, insan evrim süreçlerini daha iyi kavramamıza yardımcı olduğunu ifade ediyor.

Önceki Haber
Oyun Karakterleri Yapay Zeka ile Daha Gerçekçi Sohbetlere mi Kavuşuyor? Teknoscope Analizi
Sıradaki Haber
OnePlus 15'in Isınma Sorunu Tartışması: İddialar Kaldırıldı, Spekülasyonlar Artıyor

Benzer Haberler: