Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni Jüpiter, halihazırda diğer tüm gezegenlerin toplam kütlesinin 2,5 katından daha fazla kütleye sahip devasa bir gök cismi. Ancak bilim insanları yeni bir araştırmayla bu devin geçmişi hakkında şaşırtıcı bir gerçeği ortaya çıkardı.
Yeni hesaplamalar, Jüpiter'in ilk zamanlarda bugünkünden çok daha büyük hacimli olduğunu gösteriyor. Yapılan çalışmaya göre, Güneş Sistemi'ndeki ilk katı maddeler oluştuktan yalnızca 3.8 milyon yıl sonra Jüpiter'in hacmi, mevcut hacminin 2 ila 2.5 katı arasındaydı ve o dönemdeki manyetik alanı da bugünkünden önemli ölçüde daha güçlüydü.
Bu bulgu, Jüpiter gibi gaz devlerinin "çekirdek birikimi" olarak bilinen, aşağıdan yukarıya doğru birikim yöntemiyle oluştuğu teorisini destekliyor. Bu teoriye göre, gezegenler başlangıçta toz ve kayaçların yavaş yavaş birikmesiyle oluşur. Belirli bir kütleye (Dünya'nın yaklaşık 10 katı) ulaştıklarında ise, çevrelerindeki gazı çekip devasa atmosferler oluşturmaya başlarlar.
Araştırmacılar, bu sonuca ulaşmak için Jüpiter'in en yakın yörüngelerinde dönen Amalthea ve Thebe adlı iki küçük uydusunun yörünge hareketlerini inceledi. Bu uyduların Jüpiter'in ekvatoruna göre eğik olan yörüngelerinin, gezegenin erken dönemdeki fiziksel durumu hakkında değerli ipuçları barındırdığı düşünülüyor.
Bu yörünge hareketlerinin geçmişe dönük analizi, Jüpiter'in Güneş Sistemi'nin erken dönemlerinde hızlı ve yoğun bir büyüme süreci yaşadığını gösterdi. Çevresindeki gaz ve toz diski dağıldıkça, gezegen kendi kütleçekimi altında sıkışarak hacmini küçülttü ve bugünkü haline geldi. Jüpiter'in çok yavaş da olsa hala sıkıştığı ve enerji kaybettiği biliniyor.
Her ne kadar erken evrede bugünkünden daha büyük olsa da, Jüpiter'in hiçbir zaman bir yıldız olmaya yetecek kütleye ulaşmadığı belirtiliyor. Bir yıldız olabilmesi için mevcut kütlesinin en az 85 katına ihtiyacı olurdu.
Bu çalışma, Jüpiter'in ve dolayısıyla tüm Güneş Sistemi'nin nasıl şekillendiğini anlamak için önemli bir katkı sunuyor. Jüpiter'in, özellikle karasal gezegenlerin (Dünya dahil) yörüngelerini stabilize ederek yaşamın ortaya çıkışında önemli bir rol oynamış olabileceği düşünülüyor.
Bilim insanları, bu keşfin Güneş Sistemi'nin evrimini daha güvenilir bir şekilde yeniden yapılandırmak için değerli bir referans noktası sağladığını vurguluyor.