Bilim insanları, giderek artan aşırı sıcakların sadece anlık rahatsızlık vermediğini, aynı zamanda vücudumuzun biyolojik yaşlanma sürecini hızlandırabileceğini gösteren yeni kanıtlar buldu. Yapılan araştırmalar, yüksek sıcaklıklara uzun süreli maruz kalmanın, kronolojik yaşımızdan daha hızlı yaşlanmamıza yol açan "epigenetik yaşlanma hızlanması" adı verilen bir olguyla ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
Bu hızlanma, hücre seviyesindeki kimyasal değişikliklerle ölçülüyor. Özellikle DNA metilasyonu adı verilen ve genlerin açılıp kapanmasını etkileyen süreçlerde meydana gelen değişimler, biyolojik yaşımızı gösteren "epigenetik saatler" ile takip ediliyor. Yapılan bir çalışmada, yıllık ortalama sıcaklığın 1°C daha yüksek olduğu bölgelerde yaşayan insanlarda hücresel düzeyde daha hızlı yaşlanma belirtileri gözlemlendi.
Sıcaklar Yaşlanmayı Nasıl Hızlandırıyor?
Araştırmacılar, sıcağın yaşlanmayı nasıl hızlandırdığına dair biyolojik mekanizmaları da inceliyor. Sıcaklık maruziyeti, DNA metilasyonunda değişikliklere yol açabilir. Ayrıca, sıcaklık "oksidatif stres"i tetikleyebilir. Bu, kararsız moleküller olan serbest radikallerin hücrelere zarar vermesi anlamına gelir ve DNA hasarına yol açarak DNA metilasyon modellerini değiştirebilir. Oksidatif hasar, yaşlanmaya, kansere ve kalp-damar sağlığı sorunlarına katkıda bulunabilir.
Bu bulgular, farklı bölgelerde yapılan çalışmalarla da desteklendi. Yapılan başka araştırmalarda, yüksek ortam sıcaklığının ve sıcaklık endeksinin artan yaşlanmayla ilişkili olduğu görüldü. Uzun süreli maruziyetin bu ilişkiyi güçlendirdiği belirlendi. Örneğin, 180 günlük ortalama sıcaklıktaki 1°C'lik bir artışın, biyolojik yaşlanmada 0,04 ila 0,08 yıllık bir hızlanmayla bağlantılı olduğu tespit edildi.
Bu yaşlanma hızlanmasındaki artış ilk başta küçük görünse de, bu etkilerin zaman içinde nasıl birikebileceğini düşünmek önemli. Yıl be yıl devam eden biyolojik yaşlanmadaki küçük artışlar bile, toplamda birkaç yıllık hızlanmış yaşlanmaya eklenerek yaşa bağlı hastalıkların daha erken ortaya çıkmasına yol açabilir. Dahası, bu küçük değişimler geniş popülasyonları etkilediğinde, hastalık yükünde ve sağlık hizmetleri maliyetlerinde büyük bir artışa katkıda bulunabilir.
Yapılan daha yeni bir çalışma, 56 yaş ve üstü binlerce yetişkin üzerinde ısı ve yaşlanma arasındaki ilişkiyi inceledi. Bir ila altı yıl süren uzun süreli ısı maruziyetinin epigenetik yaşlanma ile ilişkili olduğu bulundu. Yüksek sıcaklıklara sürekli maruz kalma, sık sık uyku bozukluklarına neden olarak stres ve kaygı seviyelerini artırabilir. Zamanla, bu fizyolojik bozulma birikir ve yaşla birlikte sağlık durumunun kötüleşmesini hızlandırabilir.
Kadınlar Daha Fazla Etkileniyor
Yapılan bir çalışmada, kadınların, obezitesi olan bireylerin ve Tip 2 diyabet hastalarının hava sıcaklığı ve yaşlanma arasındaki ilişkiden daha fazla etkilendiği belirlendi. Kadınların genellikle daha az terlemesi ve sıcaklığa karşı vücut tepkilerinin farklı olması, vücut sıcaklıklarının daha hızlı yükselmesine neden olabilir. Çalışmalar, kadınların yüksek sıcaklıklarda terleme mekanizmasını aktive etmek için daha yüksek bir eşiğe sahip olduğunu, yani vücutlarının terlemeye başlamasının daha uzun sürdüğünü gösteriyor.
Diyabet ayrıca insanları yüksek sıcaklıklara karşı daha duyarlı hale getirir. Diyabetli kişilerin cilde kan akışı genellikle azalır, bu da vücudun ısıyı dışarı atma ve sıcak havada serin kalma yeteneğini bozabilir. Ek olarak, vücut yağı bir yalıtım görevi görerek ısının vücudun çekirdeğinden cilde hareketini zorlaştırabilir, bu da vücudun ısıyı dışarı atma ve serin kalma yeteneğini azaltır.
Epigenetik yaşlanma hızlanması, kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet ve genel ölüm oranına katkıda bulunabilir, bu da kamu sağlık sistemleri üzerinde daha fazla baskı oluşturur.
Yüksek sıcaklıklara maruz kalan, kronik sağlık sorunları yaşayan ve aynı zamanda çalışmak zorunda kalan bireylerin hikayeleri, bu sorunun aciliyetini gözler önüne seriyor. Bir kamu okulunda yemek hazırlayan bir kişinin, yükselen sıcaklıkların işini ne kadar zorlaştırdığını ve kendini her gün hasta hissettiğini söylemesi gibi örnekler, sıcağın bireysel sağlık üzerindeki doğrudan etkisini göstermektedir.
Riskler Doğumdan Önce Başlayabilir
Şaşırtıcı bir şekilde, iklim değişikliğinin etkileri, çocuklarda daha doğmadan bile epigenetik yaşlanmayı hızlandırabilir. Geçtiğimiz yıl yayınlanan bir çalışma, kuraklığa maruz kalan annelerin çocukları üzerinde inceleme yaparak, gebelik sırasında yaşanan kuraklık stresinin, çocukların biyolojik yaşlanma hızlanmasıyla pozitif bir ilişki gösterdiğini ortaya koydu. Bu durum, kuraklığın neden olduğu stres faktörlerinin genel yaşam beklentisini azaltabileceğini vurguluyor.
Çalışmaya göre, vücuttaki değişiklikler üç ana yolla gerçekleşebilir: bağışıklık sistemi, metabolik süreçler ve strese karşı hücrelerin bakım ve onarımından sorumlu sistem. Karşılaşılan tehdit fiziksel veya duygusal olsun, fizyolojik sistemler arasındaki dengeyi koruyan homeostaz için bir tehlike olarak algılanır. Bu, çalışmadaki kadınların yaşadığı duygusal stresin, yetersiz beslenme ve susuzlukla birleştiğinde, vücudun stresi yönetmesine yardımcı olan ancak uzun süre aşırı aktive edildiğinde sağlığa zarar verebilecek sistemleri tetiklediğini gösteriyor.
Çalışmadaki kadınların, açlık ve susuzluk yaşarken dışarıda zorlu işlerde çalıştıkları gözlemlendi. Bu fizyolojik stres faktörlerine, kendileri, çocukları ve sevdikleri için bir sonraki öğünle ilgili endişe eşlik ediyordu. Ayrıca toplumsal faktörler, kadınları aşırı çalışmaya ve zorlu koşullara maruz bırakabiliyordu. Tüm bu etkenlerin birleşimi, gebelik sırasında yaşanan anne stresinin, çocuklarının DNA metilasyonunda değişikliklere katkıda bulunduğunu gösteriyor.
Araştırmacılar, yeterli beslenme ve çocukların kalp-damar ve metabolik sağlığının yakından izlenmesini öneriyor. Ayrıca, çevrenin epigenetik yaşlanma hızlanması üzerindeki etkilerini daha iyi anlamak için uzun vadeli çalışmalara ihtiyaç olduğunu savunuyorlar. Epigenetik yaşlanma hızlanmasını yavaşlatmak, gıda güvenliğini artırmak ve kadınların yüksek riskli mesleklerde çalışmasına alternatifler bulmakla yakından ilişkili. Sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri azaltırken, gıda ve geçim güvenliğini sağlamak için etkili politikalara ihtiyaç duyuluyor.