Uyku kalitesi ve süresi kadar, genetik yatkınlıkların ve duygusal durumların da uyku üzerindeki etkisi bilim dünyasında son zamanlarda daha fazla dikkat çekiyor. Yapılan yeni bir araştırmada, bilim insanları uyku alışkanlıklarını beş farklı profile ayırdı. Bu profillerin, bireylerin ruh sağlığıyla ve genel iyilik halleriyle doğrudan ilişkili olduğu belirtildi.
Araştırmacılar, uykuyu yalnızca ne kadar süreyle veya ne kadar derin uyunduğuyla sınırlı tutmanın ötesine geçerek, genetiğin ve stres, kaygı, üzüntü gibi duygusal durumların uyku kalitesini nasıl etkilediğini inceledi. Elde edilen sonuçlar, her bir uyku profilinin bireylerin çeşitli alanlardaki işlevselliğiyle bağlantılı olduğunu gösterdi.
Araştırmanın baş yazarı, psikiyatristler ve klinisyenlerin ilk değerlendirmelerde sadece 'Uykunuz iyi mi, kötü mü?' veya 'Ne kadar uyuyorsunuz?' gibi yüzeysel sorular yerine, daha derinlemesine incelemeler yapması gerektiğini vurguladı. Bu yeni sınıflandırmanın, ruh sağlığı sorunlarının erken teşhisinde bir adım olabileceği düşünülüyor.
Bilim insanları, uzun süredir kötü uyku uyuyan kişilerin depresyon, kaygı bozuklukları, kalp ve damar hastalıkları ve bilişsel yetersizlik gibi sorunları daha yüksek riskle yaşadığını biliyor. Ancak bu bağlantıların tam olarak nedenleri ve yönleri daha önce net bir şekilde ortaya konulamamıştı. Çoğu önceki çalışma, uykuyu detaylı bir şekilde sınıflandırmıyordu.
Bu durumu değiştirmek amacıyla araştırmacılar, insan beynindeki sinir lifi bağlantılarını haritalandıran bir projenin verilerini kullandı. Bu sayede uyku kalitesine ve bireylerin genel sağlığına daha detaylı bir bakış açısı kazanıldı. Veri seti, beyin görüntüleme sonuçlarının yanı sıra, kişilerin yaşam tarzları, zihinsel ve fiziksel sağlıkları, kişilik özellikleri ve uyku alışkanlıkları hakkında geniş çaplı kendi bildirimlerini içeriyordu.
Çalışmada, klinik depresyon tanısı konmuş bireylerin verileri hariç tutuldu. Ancak, kaygı veya depresyonun günlük işleyişi engellemeyen alt-klinik belirtilere sahip kişilerin verileri değerlendirmeye alındı. Araştırmacılar, yaşlanma sürecinin uyku kalitesini henüz etkilemediği düşünülen 22-36 yaş arasındaki 770 kişinin verilerine odaklandı.
Belirlenmiş kategoriler olmadan verileri analiz eden yapay zeka algoritmaları kullanılarak yapılan araştırmada, belirli yaşam tarzı özellikleri, beyin görüntülemeleri ve uyku karakteristikleri arasında istatistiksel bağlantılar tespit edildi. Katılımcılar, son bir aydaki uyku kalitelerini değerlendirmek için bir anket doldurdu. Bu ankette 5 veya daha düşük puan, iyi bir uyuyucu olarak kabul ediliyor.
Yapılan analizler sonucunda, iyi uyuyanların yanı sıra, 5'in üzerinde puan alan bireyler üzerinde yoğunlaşılarak beş farklı uyku profili belirlendi. Örneğin, 'kötü uyuyucular' uyku sorunu yaşayan ve kaygı gibi zihinsel sağlık belirtileri gösteren kişiler olarak tanımlanırken, 'bozuk uyuyucular' ise uykuları sağlıklarını ve bilişsel işlevlerini etkileyecek derecede kesintiye uğrayan kişiler olarak gruplandırıldı.
Her bir uyku profili, kişinin o an yaşadığı şeylere dair bilgi içeren bir 'nöral imza' ile de ilişkilendirildi. Bu, vücut sıcaklığı, kabuslar veya hormonal dalgalanmalar gibi durumları içerebilir. Bu durum, uyku profillerinin hem beynin işleyişi hem de sağlık ve iyilik hali göstergeleriyle ilişkili olduğunu düşündürüyor.
Alanında uzman doktorlar, bu çalışmanın uyku değerlendirmesine daha kapsamlı bir yaklaşım getirdiğini belirterek, tek tip bir yaklaşımdan ziyade, uyku profillerinin zihinsel sağlıkla bağlantılı olduğunu söyledi. Araştırmacılar, bu beş uyku profilinin, gelecekteki sağlık sorunlarının ölçülebilir uyarı işaretleri olarak kullanılabileceğini düşünüyor. Ancak, bu profillerin geliştirilmiş kaygı ve depresyon gibi durumları erken tespit etmek için ne kadar etkili olabileceği konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuluyor.
Bu sınıflandırmanın, tedavi yaklaşımlarını kişiye özel hale getirme potansiyeli de bulunuyor. Örneğin, belirli uyku profillerine sahip kişiler için konuşma terapisi, uyku uygulamaları veya uyku apnesi cihazları gibi farklı tedavi yöntemlerinin daha faydalı olabileceği öngörülüyor. Bu tür araştırmalar, uykusuzluk tedavisinde uygulanan bilişsel davranışçı terapinin (BDT-I) neden bazı hastalarda beklenen etkiyi göstermediğini anlamaya da ışık tutabilir.