Herkesin beslenmeye farklı tepkiler vermesinin nedenini açıklayan yeni bir araştırmanın sonuçları ortaya çıktı: Bağırsaklarda doğal olarak daha fazla metan üreten mikroorganizmalar, yüksek lifli gıdalardan daha fazla enerji ve kalori sızdırabiliyor.
Her bireyin bağırsaklarında bulunan bakteri ve diğer mikroorganizma topluluğu olan bağırsak mikrobiyomu kişiden kişiye farklılık gösterir.
Metan üretici olarak bilinen ve metanojenler adı verilen mikropların varlığının kişiden kişiye değiştiğini ve bu durumun metan (CH4) üretimini de etkilediğini biliyoruz. Bu yeni araştırmaya göre, mikrobiyomumuzdaki bu farklılıklar, gıdalardan ne kadar enerji elde ettiğimiz üzerinde de etkili olabilir.
Yeni çalışma, bir grup katılımcının düşük lifli Batı tarzı bir diyet ve yüksek lifli bir diyet uyguladığı bir klinik denemeden elde edilen verileri analiz etti. Denemede, katılımcıların vücutlarının her iki ucundan da ne kadar metan ürettikleri ölçüldü.
Kan ve dışkı örneklerinden elde edilen verilerle birlikte, yüksek lifli diyeti uygulayanlar arasında daha fazla metan salgılayanların, yiyeceklerinden daha fazla kalori çektiği tespit edildi. Bu durum, yüksek metan üreten mikrobiyomların lifleri enerji için parçalama konusunda daha verimli olduğunu gösteriyor.
Mikrobiyolog Blake Dirks, bu farklılığın beslenme müdahaleleri için önemli çıkarımları olduğunu belirtiyor. Aynı diyeti uygulayan kişilerin neden farklı tepkiler verebileceğinin bir kısmının bağırsak mikrobiyomlarının yapısından kaynaklandığını vurguluyor.
Araştırmacılar, yüksek metan üretenlerde, özellikle propionat adı verilen kısa zincirli yağ asitlerinin (SCFA) kandaki seviyelerinde bir artış gözlemledi. Kısa zincirli yağ asitleri, bağırsak mikroplarının lifleri parçalaması ve fermente etmesiyle oluşur ve propionatın, abur cubur isteğini azaltmak gibi çeşitli sağlık faydalarıyla ilişkilendirildiği biliniyor.
Bu fermantasyon süreci aynı zamanda hidrojen üretir ve metanojenler bu hidrojeni metana dönüştürebilir. Araştırmacılar, hidrojenin metana dönüştürülmesinin, daha fazla lifin sindirilmesi için yolu açmaya yardımcı olabileceğini düşünüyor.
Mikrobiyom araştırmacısı Rosy Krajmalnik-Brown, insan vücudunun kendisinin metan üretmediğini, yalnızca mikropların ürettiğini ifade ediyor. Bu nedenle metanın, kısa zincirli yağ asitlerinin verimli mikrobiyal üretimini gösteren bir biyobelirteç olarak kullanılabileceğini öne sürüyorlar.
Yüksek lifli diyetler uzun zamandır bir dizi sağlık faydasıyla ilişkilendirilmiştir: Lif, sindirim sisteminin düzgün çalışmasına yardımcı olur ve hasara ve hastalıklara daha dirençli bir bağırsak mikrobiyomu oluşturur.
Bu çalışmanın eklediği değer ise, lifin neden bazı metanojen açısından zengin bağırsaklarda daha verimli işlendiğine dair ek ayrıntılar sunmasıdır. Ancak, bu durumun faydalı olup olmadığı henüz net değil; lif sindirimi iyileştirirken, bu tür bir mikrobiyom daha fazla kalori de çekiyor.
Çalışma ekibi, metanojenlerin erken insanlarda besinlerinden maksimum besinleri çıkarmalarını sağlayarak önemli bir rol oynamış olabileceğini öne sürüyor. Ancak modern Batı diyetlerinin büyük ölçüde daha fazla enerji yoğun ve lif açısından fakir olması, bu mikrobiyal topluluğun günümüzde pek de uyumlu olmadığı anlamına geliyor.
Bu durum, bağırsak mikrobiyomlarımızın birçok vücut süreci için ne kadar merkezi olduğunu gösteren bir örnek daha. Araştırmacılar bir sonraki adımlarında, metanojenlerin diyetler üzerindeki etkilerini ve bu etkilerin daha geniş bir insan yelpazesinde nasıl işlediğini incelemek için deneylerini genişletmek istiyor.
Dirks, çalışmalarındaki katılımcıların nispeten sağlıklı olduğunu ve obezite, diyabet veya başka sağlık sorunları olan diğer popülasyonların bu tür diyetlere nasıl tepki verdiğini araştırmanın değerli olacağını belirtiyor.
Araştırma, ISME Journal'da yayımlanmıştır.