Evrenin ilk günlerinden bize ulaşmaya çalışan, kökeni kozmosun başlangıcına dayanan bir sinyal var. Çok zayıf, çok silik... En hassas cihazlarımızla bile zorlukla algılanabilecek kadar belli belirsiz. Ancak bu sinyal, ilk yıldızların ve galaksilerin nasıl oluştuğuna dair paha biçilmez bilgiler ve evrendeki en büyük yapıların kökenlerine dair sırları barındırıyor.
Gökbilimciler, on yıllardır süren arayışlara rağmen bu gizemli sinyali henüz yakalayabilmiş değil. Sorun şu ki, yaşadığımız Dünya, bu kozmik fısıltıyı duymamızı neredeyse imkansız kılan kadar "gürültülü". Çözüm ise Ay'ın bize görünmeyen, karanlık yüzüne gitmek. Ay'ın devasa kütlesini, hassas gözlem araçlarımızı gezegenimizin elektromanyetik kakofonisinden koruyan doğal bir kalkan olarak kullanmak.
Ay'ın karanlık yüzüne teleskoplar inşa etmek, şüphesiz insanlık tarihindeki en büyük astronomik girişimlerden biri olacaktır. Fakat elde edilecek bilimsel veriler, bu zorlu çabaya değecektir.
İlk Işığın Peşinde
Yüzyılı aşkın bir süredir genişleyen evreni tarıyor ve haritalıyoruz. Güçlü yer ve uzay teleskoplarımız milyonlarca galaksinin konumunu başarıyla belirledi. James Webb Uzay Teleskobu gibi öncü gözlem araçları, evrenin bebeklik dönemlerine, ilk oluşan galaksilere bakmak üzere tasarlandı.
Ancak tüm bu teknolojik güce ve bilimsel ilerlemeye rağmen, gözlemlenebilir evrenin hacminin sadece yüzde birinden daha azını inceleyebildik.
Evrenin büyük bir kısmı, geleneksel teleskoplarla asla gözlemlenemeyecek. Bunun temel nedeni, bahsettiğimiz ilk sinyallerin aşırı derecede soluk olması ve Dünya kaynaklı radyo frekans kirliliğinin bu sinyalleri bastırmasıdır. Özellikle evrenin "Karanlık Çağlar" olarak adlandırılan, ilk yıldızların henüz oluşmadığı döneme ait radyo sinyallerini tespit etmek için Dünya'nın parazitinden uzakta, Ay'ın sessiz karanlık yüzü ideal bir gözlem noktası sunuyor. James Webb gibi teleskoplar belirli hedeflere odaklansa da, evrenin ilk anlarından kalan bu yaygın ve zayıf sinyali yakalamak için tamamen farklı bir yaklaşıma ve konuma ihtiyaç var.