Kritik Atlantik Okyanusu akıntılarının iklim değişikliği nedeniyle yavaşladığına dair endişeler artarken, yeni bir bilimsel çalışma sürpriz bir keşfe imza attı: Bu akıntı sistemleri, şimdiye kadar düşünülenden daha dayanıklı olabilir. Bilim insanları, okyanusun derinliklerinde gizli bir 'yedek sistem' bulduklarını belirtiyor.
Atlantik Meridyonel Devridaim Sirkülasyonu (AMOC), Atlantik boyunca dev bir konveyör bandı gibi işleyen bir akıntılar ağıdır. Grönland yakınlarında soğuk ve tuzlu sular dibe çöker, ardından okyanus tabanı boyunca güneye doğru hareket eder. Bu sular sonunda Antarktika yakınlarında tekrar yüzeye çıkar ve kuzeye geri dönerek Kuzey Yarımküre'ye ılıman sular taşır. Bu sistem, özellikle Avrupa'nın iklimi için hayati bir rol oynamaktadır.
Son yıllarda uzmanlar, bu kritik akıntı sisteminin çökebileceği konusunda defalarca uyarıda bulundu. Suların dibe çökme sürecinin tamamen durması, Kuzey Avrupa'da sıcaklıkların büyük ölçüde düşmesine ve ABD Doğu Kıyısı boyunca deniz seviyesinin yükselmesine yol açabilecek felaket senaryolarını beraberinde getirebilirdi.
Bilim insanları, AMOC'nin bu kritik aşamasının, yoğun su oluşumundaki değişiklikler nedeniyle tehlikede olduğunu düşünüyor. Yoğun su oluşumu, okyanusun üst katmanındaki suların dibe doğru hareket etme sürecidir. Soğuk ve tuzlu su, sıcak ve daha az tuzlu sudan daha yoğundur. Normal şartlarda, yüzey suları Kuzey Atlantik'te hareket ederken çok fazla ısı kaybeder ve bu da kuzeye doğru yolculuklarının sonunda batmalarına neden olur. Bu süreç genellikle İskandinavya Denizleri'nde (Grönland, Norveç ve İzlanda denizleri) gerçekleşir.
Ancak iklim değişikliği gezegeni ısıtırken, bu bölgedeki yüzey suları artık havaya eskisi kadar ısı transfer etmiyor. Ayrıca, Arktik ve Grönland Buz Kütlesi'nden eriyen sular da okyanusa akarak yüzey sularının tuz içeriğini azaltıyor ve batmalarını engelliyor.
1993'ten bu yana İskandinavya Denizleri'ndeki yoğun su oluşumu azalmış durumda. Bu durum, yeni keşfedilen bir yedek sistem olmasaydı tüm Atlantik dolaşım sistemi için büyük bir sorun teşkil edebilirdi. Araştırmacılar, bulgularını önde gelen bilim dergilerinden birinde yayımladılar.
Arktik'in "Atlantikleşmesi": Gizemli Yedek Parça
Çalışma için, araştırmacılar Kutup Altı Kuzey Atlantik, İskandinavya Denizleri ve Arktik Okyanusu'ndan yoğunluk ölçümlerini bir bilgisayar modeline aktardı. Sonuçlar, bölgedeki süreçleri doğru bir şekilde yansıttığını doğrulamak için mevcut gözlemlerle karşılaştırıldı.
Simülasyonlar, Arktik Okyanusu'nun "Atlantikleşme" adı verilen bir süreçten geçtiğini doğruladı. Bu terim, Arktik Okyanusu'nun soğuk, buzla kaplı bir durumdan daha sıcak, buzsuz bir duruma geçişini ifade ediyor.
Son yıllarda, İskandinavya ve Svalbard arasında yer alan Arktik Okyanusu'nun bir bölgesi olan Barents Denizi'ndeki deniz buzunun giderek kuzeye doğru çekildiği gözlemlendi. Bilim insanları, Barents Denizi'nin buzsuz hale gelen ilk Arktik bölge olmasını bekliyorlar. Atlantik sularının artık Barents Denizi'nin kuzeyindeki Avrasya Havzası'na da yayıldığı belirtiliyor.
Arktik Okyanusu'nun Atlantikleşmesi, bölgenin daha önce olduğundan daha fazla yoğun su ürettiği anlamına geliyor.
Araştırmacılar, İskandinavya Denizleri'ndeki yoğun su oluşumundaki bu azalmanın, Barents Denizi ve Svalbard'ın kuzeyinde daha fazla yoğun su oluşumuyla telafi edildiğini keşfetti. Bu iki bölge, deniz buzunun geri çekilmesiyle, yoğun su üretilebilecek alanın arttığını gösteriyor.
Çalışmanın yazarları, bu yedek sistemin AMOC'yi sürdürmeye yardımcı olabileceğini ve potansiyel ciddi bir zayıflamanın veya çöküşün daha az olası hale gelebileceğini ifade ediyor.
Ancak, bu yedek sistemin ısınan bir dünyada ne kadar sürdürülebilir olacağını anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var. Arktik Okyanusu'nun, son derece yoğun su oluşturarak İskandinavya Denizleri'nin yerini ne kadar iyi doldurabileceği konusunda da soru işaretleri bulunuyor.
Konuyla ilgili çalışmalar yapan başka bilim insanları, Grönland Denizi'nde tarihsel olarak oluşan su kütlelerinin inanılmaz derecede yoğun olduğunu ve Arktik'in bu tür bir ortama sahip olmadığını belirtiyorlar. Bu nedenle, Arktik'te gerçekten bu kadar yoğun suların oluşup oluşmadığının araştırılması büyük önem taşıyor.