İnsanlık, yaşadığı gezegenin çevresini binlerce yıldır etkiliyor. Ancak "Antroposen" terimi, özellikle insanların Dünya'nın iklimi ve ekosistemleri üzerinde küresel ölçekte belirgin bir etkiye sahip olduğu dönemi tanımlamak için kullanılıyor. Her ne kadar jeolojik bir çağ olarak resmiyet kazanmamış olsa da, bilim dünyasında insanlığın gezegen üzerindeki etkilerinin başladığı dönemi ifade etmek için yaygın olarak kabul görmüş bir kavram.
Antroposen'in tam olarak ne zaman başladığına dair farklı görüşler mevcut. Bazıları başlangıcı 17. yüzyıl başlarına, hatta ilk atom bombalarının patlatıldığı 20. yüzyıl ortalarına kadar götürüyor. Ancak yeni yapılan bir araştırma, bu başlangıcın daha da erken bir tarihte, özellikle Avrupalıların Amerika kıtalarına ayak basmasının atmosfer üzerinde ilk küresel etkileri yarattığı döneme denk geldiğini öne sürüyor.
Geçmiş atmosfer koşulları hakkında bilgi edinmenin en iyi yollarından biri, buzullardan veya buz tabakalarından alınan silindir şeklindeki buz çekirdekleridir. Bu çekirdekler, atmosferdeki gazların zaman içindeki değişimini kaydeder. Daha önceki araştırmalarda, buz çekirdeklerinde 1610 civarında atmosferdeki karbondioksit (CO₂) seviyesinde belirgin bir düşüş tespit edilmişti. "Orbis sıçraması" olarak bilinen bu düşüşün, Avrupalıların 15. yüzyıl sonunda Amerika kıtalarına gelmesi ve sonrasında yerli nüfusun hastalıklar nedeniyle büyük oranda azalmasıyla ilişkilendirildiği düşünülüyordu. Milyonlarca hektar tarım arazisinin terk edilmesiyle ormanlar yeniden büyümüş ve bu da atmosferden daha fazla CO₂ emilmesine neden olmuştu. Bu değişiklik, o dönemin Antroposen'in başlangıcı için bir işaret olabileceği fikrini doğurdu.
Ancak, atmosferdeki metan (CH₄) konsantrasyonundaki değişimlere odaklanan yeni araştırma, Antroposen'in başlangıcının biraz daha erkene, yani 1592 yılına denk gelebileceğini öne sürüyor. Antarktika buz çekirdeklerinde yapılan incelemelerde, Kristof Kolomb'un Amerika'ya ilk ayak basmasından tam 100 yıl sonra, atmosferdeki metan seviyesinin belirgin bir minimuma ulaştığı görüldü. Bu bulgu, Avrupalıların Amerika'ya gelişinin etkilerinin, daha önce düşünüldüğünden daha erken ve farklı bir sera gazı üzerinde de belirgin izler bıraktığına işaret ediyor.
Peki metan neden bu kadar önemli? Metan, karbondioksitten çok daha güçlü bir sera gazıdır ve atmosferdeki ömrü daha kısadır (yaklaşık on yıl). Bu kısa ömür, metan seviyelerindeki değişikliklerin buz çekirdeklerinde daha hızlı ve belirgin bir şekilde kaydedilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla metan, kısa vadeli ancak önemli küresel değişikliklerin bir göstergesi olabilir.
Araştırmalar, ağaçların metan döngüsünde beklenenden daha karmaşık bir rol oynadığını gösteriyor. Bataklık gibi sulak alanlardaki ağaçlar metanı atmosfere bırakırken, kuru topraklarda yetişen ağaçların kabukları üzerinde yaşayan bazı mikroplar, atmosferdeki metanı doğrudan emebiliyor. Amerika kıtalarındaki nüfusun azalmasıyla geniş arazilerin ormanlaşması, bu ağaçların ve dolayısıyla metan emen mikropların sayısını artırmış olabilir. Bu durum, atmosferdeki metan seviyelerindeki düşüşü açıklamaya yardımcı olan mekanizmalardan biri.
İkinci bir olasılık ise ağaçların su döngüsündeki rolüyle ilgili. Yeniden büyüyen ormanlar, toprağa ulaşan yağmur suyu miktarını ve yüzeysel akışı azaltabilir. Daha fazla su ağaçlar tarafından emilip atmosfere geri verilirken, nehir ve sulak alanlara giden su miktarı azalmış olabilir. Sulak alanlar önemli bir metan kaynağı olduğundan, bu küçülme de küresel metan seviyelerindeki düşüşe katkıda bulunmuş olabilir. Bu iki mekanizma, 1592'deki metan düşüşünü açıklayan güçlü adaylar olarak öne çıkıyor.
Her ne kadar Antroposen'in jeolojik bir çağ olarak tanımlanması resmi olarak kabul görmemiş olsa da, bu araştırmalar buz çekirdeklerindeki gaz kayıtlarının insan etkisinin izlerini taşıdığını bir kez daha gösteriyor. Sadece 16. yüzyıldaki bu olayı değil, çok daha eski tarihlerdeki (örneğin, ilk tarım faaliyetleri için ormanların temizlenmesi gibi) insan etkilerinin de atmosferik kayıtlarda görülebileceği düşünülüyor.
Sonuç olarak, ister eski çağlardaki tarım uygulamaları, ister 16. yüzyıldaki trajik nüfus değişimlerinin ormanlar üzerindeki yansımaları olsun, buz çekirdeklerindeki bu izler, insanlığın doğal dünya ile ne kadar köklü ve iç içe bir ilişki içinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu bulgular, gezegenimizle olan bağımızın sandığımızdan çok daha eskilere dayandığını hatırlatıyor.